Freitag, 19. März 2010

postmodernizm - postfaşizm (1)



bastirilan herseyin geri dönecegini bilmek icin peygamber olmaya gerek yok sanirim. heidegger, spengler, bäumler ve klages'in faşist yazilarinin fransiz felsefesi tarafindan benimsenmesi direk faşizm gelenegine bir bağ kurmasiyla olmadi. ilkin cekimser, sonra biraz tereddüt ve sonunda coşkulu bir sekilde bu metinler yapisalci ve postmodern düsünen Fransa tarafindan benimsendi. Sanki bu prä-faşist metinlerin fransizlarin ellerinden gecerek tekrar almanlara dönmesi politik-etik bir sansürden gecmesi gibi, sanki bu politik alanda asiri problemli bir durusu olan düsünürün metinlerinin tekrar kabul etmenin kriteri fransizlarin begenisi oldu.

Bu konuda Manfred Frank'in yaptigi teşhis o yüzden cok önemli: Yeni fransiz düsünce akimina -klasik yapisalcilik ve egzistansiyalizm sonrasi- biraz detayli baktigimizda, karisimiza cikan tabloda cok kez aktuellestirilmis ve ilerletilmeye calisilmis ama icinde hala belirgin olan iki dünya savasi arasindaki alman rasyonalizm elestirisini görürüz. Ayni zamanda nasyonal sosyalizmi isleme döneminde kritik teorinin ve dil analizinin tekrar güncellesmesininde bir tesadüf olmadigini söylüyor Frank.
Cünkü olani anlama dönemiydi, dolayisiyla dil felsefesinin kariyeri burda basliyor, ve felsefe cümlenin formal kosullarinin analizi haline geliyor. Artik evrensel teorilere karsi mütevazi, ve senelerce baglantisini kaybettigi seylere karsi büyük bir ögrenme hevesiyle alman felsefesi tekrar felsefe dünyasina baglantiyi kurmus oldu. Bu da zaten Hegel'in alman felsefesi üzerine kurdugu rüyalara sanirim en büyük darbe oldu.

Martin Heidegger

Ayrica rasyonalizme olan düsmanligiyla ve olaylara olan rölativizmiyle ne kadar  faşist bir yapiya sahip olduklarinin farkinda digil postmodernciler. politik boyuttaki basirisizliklari felsefeye mal etmek cok populer bir davranistir, ama sürgüne vurmadan iyice incelenmesi gerekilen bir olay. tabi ki filozoflarin politik hayati etkilemedigide bir yanlis. ikinci dünya savasindan sonra idealizm, rasyonalizm, marxizm vbz. düsünceler diskalifiye edilmesi gercekten cok cahilce bir davranis. Evet Hitler Nietzsche okurdu, ve mussolini'de (istek üzerine hitler mussolini'ye Nietsche'nin kitaplarini göndermistir, ayni zamanda mussolini detayli bir sekilde Marx'ta okurdu). Ve evet Nietzsche hem alman irkini cok asagilar hemde cok yüceltirdi, ve ayni zamanda bir antidemokratti.

Eee hitler Nietzsche okudugu ve mussolini Marx okudugu icinmi idealist  yada rasyonel felsefe diskalifiye oldu? olaya biraz mesafeli yani ilgi ve duygulardan uzak bakildigi zaman almanya'da hitler öncesi, hatta Nietzsche öncesi bir kimlik kompleksi yasandigi farkina varilir. 18. yüzyilda fransiz devriminden sonra almanya bir tür nasyonal komplex, milli kaygi icerisindeydi.

Schlegel, Tieck, Schiller gibi sair ve yazarlar yeni bir ulus bilincinden bahsediyorlardi, "bizim fransizlardan neyimiz eksik" gibi sloganlar atiliyordu her yerde. Artik derin bir komplex olusmustu, alman dili yeni yeni resmi dil haline gelmis, romantizm diye adlandirilan bu dönem ayni zamanda toplumun tamamen endüstrilestirillmesine tepki olarak dogmustu (kendilerinden sonra ne kadar degisti o toplum bir bilseler, bugünki adiyla neoliberalizm), alman irki ve özellikleri hakkinda arastirmalara baslanilmis ve övücü teoriler kurulmaya baslamisti, komsularinin 'üstünlügü' bir türlü sindiremiyorlardi. Asil alman komplexinin baslangici buradadir.

Nietzsche'ye ve heidegger'yada burdan bakilip bu unsurlarla degerlendirilmesi gerekir. Ikisinin arasindaki büyük fark: nietzsche hir bir zaman heidegger'in yaptigi gibi nasyonal sosyalist konusmalarda bulunmamistir. Bunun yanisira heidegger NSDAP'ye isteyerek -profesörlere zorunlu digildi- üye olmustur, ve yahudi meslektaşi Eduard Baumgarten'i ihbar edip onun kürsüsüne gecmistir. Isin en ilginc yani, bütün bunlari yaparken yahudi bir sevgilisinin (Hannah Arendt) olmasidir. heideggerin durusu gayet net, ama Nietzsche'nin bir nazi oldugunu kimse kolay kolay iddia edemez, yada iyice okuduktan sonra etmemeli diyelim. bununla beraber politik sahnede yer alan ruh hastalarinin yanlis hareketlerini bütün bir felsefe tarihine mal etmek elbette basit. ve bilindigi gibi basit olani secer insan.

elbette insanlar hatalar yapiyorlar, mesela Rousseau pedagoji hakkinda teoriler yazmis ama cocuklarini yetimhaneye birakmistir, yada aristoteles insanin müthis özelliklerinden bahseder ama kölelige karsi digildir, buna benzer bir sürü tutarsizliklar vardir, ama iclerinden en migde bulandiricisi irk düsmani olmak, ve bununla kalmayip bir düsünür oldugunu iddia etmek. Yinede heidegger'da bu tarih düzlemi icinde, yani almanlarin 18. yüzyildan beri süregelen gelenegi icinde degerlendirilmesi lazim. Her ne kadar heidegger'in sahsiyeti tutarsizda olsa felsefesine bir bakilmasi lazim. dogruya dogru demek aklin borcu, ister o dogruyu yazan faşist olsun ister nazi.

Dienstag, 9. März 2010

fizikalizm

dünyayla olan iliskimizi belirleyen herhangi bir fikir yada ideoloji bizi dünyayla baristirmakla beraber aklin gelismesine acik olup, gündelik hayatimizdaki hareketlerimizi yapilandirip düzenleyebilen rasyonel prensiplerden olusmali. (böylelikle toplumsal bir yapisi olmasi gerektigini belirtmeyi önemsiz buldugum icin parantez icine almakla yetiniyorum).
dolayisiyla fizikalizm, psikolojizm, nihilizm, formalizm (lojik) ilkin indirgemecilik kapsaminda cok basarili duruslardir.
iclerinde en aptal durus ise fizikalizmdir, zarari sadece akla olmayarak ayni zamanda fizik disiplininedir. fizik bize bugün gerceklerden cok varsayim üzerine kurulu modeller sunsada, endüstri icin calissada fizigin önemini anlamayana anlatmak zaten gereksizdir. bununla beraber fizik (bilimi) zaten gerceklerle ugrasmaz, sadece olgulari arastirip tanimlar demekte sanirim önemsiz, ama burdan yola cikarak sadece fizik dünyasinin dedigine inanirim diyen kisi fizikalizm savunucusudur.

Gercekten fizigin hic bir zaman gercegi bulmak gibi bir iddiasi olmayarak -zaten uyguladigi metot buna izin vermez, o buldugu sonuclari diger disiplinlerin yorumlarina acmistir. kendi icerisinde sadece fiziksel modellerin (Bohr/Einstein, Heisenberg,..) celiskisiyle ugrasmayip ayni zamanda kavram tanimlama savasi vermistir; mesela einstein öncesine kadar kütle tanimi yoktur ve bugünkü kullanilan kütle tanimi yine einstein'dan ve termodinamiktendir, yada bir baska örnek olan enerji tanimi. burda tanimdan kast formalize etmek, yani hesaplanabilcek bir denkleme, formüle oturtmak demek. fizik disiplini dedigimiz zaman karsimizda bize bugün dünyayi aciklamaktan cok olgulari tanimlamak zorunda kalan bir disiplin cikiyor.



zaten isin ilginc olan yanida hic bir fizik okuyan arkadasimin, yada kitabini okudugum fizikcinin fizikalizm savunucusu olmayisi, tam tersi hep disiplin disi olan insanlarin bu durusu savunmasi - gerci bunun sebebide zaten bellidir. ayni sekilde bu fenomen bütün diger disiplinler icinde gecerli. burdan sonuc olarak cikardigim: insan anlamadigini ya yüceltiyor yada kücümsüyor. ne zaman yüceltiyor ne zaman kücümsüyor sorusunun cevabida sanirim: egilimine bagli olarak olsa gerek.

Mittwoch, 3. März 2010

pragmatist olmak zorunda kaldigim tek konu

elbette herseyin bir mantigi var, elbette, ve elbette anlamadiklarimiz bir sekilde kendince hakli, herseyin ta basina kadar gidilse bile bu birsey kazandirmaz, murathan mungan sanirim bir yerde 'cennet neyi yitirdikten sonra aradigimiz' diye bir soru soruyor, benimse bu aralar merak ettigim acaba insanin genel halinin dünyayi dogal olarak algilamasimi. insanlar dünyayi dogal olarak algilamadiklari icinmi psikolojik problemler yasar, yada bu sacmaliga katlanamadiklari icinmi intihar ederler.
dünyayi artik dogal olarak algilayamamak bu dünyada yasama yetkisini kaybetmekmi demek. bu aklin iflasimi demek acaba yada aklin gelisimimi, hatta belki bu olmasi gereken durummu. neyden sonra kaybedilir bu dogallik, neyden sonra geri dönülmez bu siradanliga. bu siradanligi kirdiktan sonra yerlesilen yeni boyut yine yeni bir siradanlilik getirir, peki bunun sonu nereye gider? o yüzden aman ne ta derine nede ta yüksege, en son yapilmasi gerekende ta eskiye gitmek.

insan aklinin bir archiles eksenine ihtiyaci vardir, görüldügü gibi bu eksen sacma sapan olsada bir sürü insani hayatta tutuyor, ona bir siradanlilik, dogallik sagliyor, ve oldukca 'saglikli' bir durum yaratiyor. sonucta hayat söz konusu degilmi? yani gidilen yol ne olursa olsun bir siradanlilik yaratiyor, yani insan sadece dogal buldugu ortamda 'saglikli' yasayabiliyor. en mantikli fikir bile siradanlilik yaratmasi lazim, dünyaya olan yabancilik duygusunu ortadan kaldirmasi, insani bu dünyayla baristirmasi lazim.

dolayisiyla siradanlilik 'saglikli' bir hayatin kosulu. insana dogal gelmeyen bir dünyada insan o dünyaya nasil adapte olabilirki, olamaz, bir sekilde yasar iste ama olamaz, insanlarin, doganin, objenin, kendisinin dogal oldugunu düsünmezse bunu hic bir daha üstün fikre oturtturamaz, hic bir ideoloji bu eksigi kapatamaz. o yüzden olaylara yada insanlara vs. yabancilasma durumu dozunda uygulanmasi gerekilen bir metot, ve bu yolda yol alinilmissa siradanlilik, dogallik yaratan bir yola girip ordan cikmali, cünkü sonunda kadar gidildiginde artik bir cikis kapisi icin cok gec olabilir.



Dienstag, 2. März 2010

paranoya

mesele paranoyak olup olmamakta digil, mesele yeterince paranoyakmiyiz acaba. - Foucault. iktidari desifre etmeye calisirken asil tedirgin etmesi gereken soru bu.