Sonntag, 25. September 2011

sorunsallar

universitedeki hiyerarside yükseldikce insanlarin apolitiklestigini düsünüyorum, sanki yükseldikce hayatin o tabanindaki problemlere yabanci kaliyorlar, o en basit sorunlari algilayamaz hale geliyorlar. cünkü o en büyük problemlerle ugrastiklari icin, ve o en büyük problemlerle ugrasanlara olan sadik olma duygusu onlari hayali satolarda yasamaya itiyor ve günümüzün, cagdas problemlerin yabancisi olmaya basliyorlar, ne bir göcmen sorununu bilip, ne ekonomik problemlere isaret eden ya da sosyolojik fenomenlerle herhangi bir baglanti kurup cözme girisimlerinde bulunmuyorlar. sanki felsefe asrin arkasinda kaldi oysa önünde yürüme gibi ickin bir söylemi oldugu halde. o anlamda tabi Zizek gibi adamlar her zaman daha basarili olur, olsun da zaten.

Samstag, 17. September 2011

insan hayalleri

adi Mustafa olsun, geldigi yer Türkmenistan olsun, zaten oralardan bir yerden geliyor, kendisi dostum olurdu.
cok zekidir kendisi, cokta iyi niyetli. kendi caginin son dinorozu. bir gün ikimiz yine konusuyoruz..

sicak, iyi niyet cercevesinde ilerleyen bir sohbet, her ikimiz kadin ve erkek hakkindaki düsüncelerimizi belirtiyoruz, biraz aci var ses tonumuzda, biraz da ümit, yasanmisligin verdigi kesinlik ve biraz da hayal. bu dalgalar ses tonumuzda akanlar, bir de tabi akmayanlari, ya da akipta duyamadiklarim var. kadin hakkindaki düsüncelerini dinliyorum, öfkeleniyorum. elestiriyorum, elestirme diyor. bütün erkekler bunu ister diyor. susuyorum. cok naif belki ama kirilmis bir kalple evime gidiyorum. he, ne diyor Kur'an ve daha öncesi Tevratta, bir kisiye yapilan kötülük sanki bütün kainata yapilmis. aynen öyle hissediyorum kendimi. kafasindaki model bütün kadinlari asagiliyor, ve sanki en cokta beni.
bir seyler kiriliyor, suna kalp diyelim. haysiyetime dokunan düsünceler..  kafamdaki Mustafa cöküyor icimde, neye daha cok kirilsam bilmiyorum, cünkü Mustafanin kafasindaki kadin gercege ihanet ediyor, her iki anlamda. ve Mustafada benim kafamdaki Mustafaya ihanet ediyor, gercek ideal ile yer degistiriyor. ve ben bu yer degisiminide kiriliyorum. nerde o zekasina cok güvendigim Mustafa, nerde bütün o asagilik seylerden ötede duran Mustafa.
Mustafa o andan beri dostum degil, uzak bir arkadas gibiyiz, bir daha bu konuyu konusmadik, ama sanki pandoranin kutusunu artik kapatmaya cok gec gibiydi, bir iki konuda daha ayri düstük, bir iki kez elestirdim, yine iyi niyetli, hakaret etmeden, incitmeden, yine sus dedi. o an anladim biz dost degilmisiz zaten. eyvallah, Mustafayida büyütmüsüm gözümde, oysa ideallerimle gerceklige anlayisli davraniyorum, ortayi hep bulmaya calismisimdir. neyse, zaten insanin en büyük tragedyasi kendisine benzeyenleri aramak degil mi?
sanirim bu kadin erkek iliskilerinde hepimiz idealistiz, cünkü varolmayani varolanla, ya da var olacak olanla algiliyoruz, sessizce talep ediyoruz, vs. vs. en realist iliskilerimizde bile bu böyle. o anlamda gercek ve en gaddar idealizm bu olsa gerek.






Donnerstag, 15. September 2011

gecerken

okunmasi gereken cok kitap vardi, artik bir limana gelindi, bir sürü acik ile, eksik yerlerde hala kan durmak bilmiyor, ama basilan yer insani tasiyor, okunur, elbette zaman olursa okunur o kitaplar, quantumlardan tekrar baslanilir, zaman teorileri iyice oturturulur, platonun bütün diyaloglari ve aristotelesin en tartisilir yazilari ezber derecesine getirilir, hegelin fenomenolojisi, kantin pratik felsefesi, hatta postmodern filozoflar tekrar gözden gecirilir, sonra tekrar dostojewski okunur, binlerce not alarak, mutlaka izlenmesi gerekilen tiyatro oyunlarina yasanan cagi daha derinden hissetmek icin, yeninin ne kadar eski oldugunu anlamak icin, aslinda günümüzün insani olmak, yasadigimiz cagin bilincini paylasmak  icin tiyatroya ve evet sergilere gidilir, saglam ve yeni bir müzik arsivi yapilir, iyi müzik mutlaka bulunur, spora devam edilir, vucüda iyi bakmak gerekir, kim bilir belki sigara gercekten birakilabilir, sonra daha politik olunabilir, hem pratik hem teorik aktif olunabilir, insan mutlaka kendi bilincine erismeli, kendisini tamamlamali. bir sekilde..

Samstag, 3. September 2011

sessizlik

gitme zamani geldiginde söylenecek pek bir sey kalmamistir, pek cok sey söylenildigi icin o noktaya varilmistir, söylenmesi gerekilenler o düsüncelermiydi, ya da düsünülmesi gerekilenler o fikirlermiydi, orasini düsünmek icinde artik cok gec. evet gectir. vaktinde yasanilmayan, söylenmeyen her düsünce icin gectir. adam gibi kalkilir o sofradan, adam gibi atilir bundan sonraki adimlar, erken ve gec noktalari arasinda oynanan oyunlar, aklin oyunlari, insanin oyunlari orda birakilir. belki hala bir kac rituele gerek vardir, bir kac sigaraya - iciliyorsa, bir kac müzige, bir kac adima, bir kac cümleye, ... önemli olan ses cikarmamaktir.