Freitag, 29. April 2011

bosluk boyutundaki esitlik



sanirim algi degismedikce kadin adina cikan hicbir yasa kadinin toplumdaki yerini degistiremez. kadinlarin kendilerini 'bilincli' bir sekilde ayni kadin düsmanligi yapan mantikta algilamalari, bu oyunu ataerkil zihniyetle paylasmalari, bu kendine olan zulümleri aslinda öznenin Lacan'ninda dedigi gibi ne kadar bos bir kap oldugunu göstermekte. bu bos bir kap olusu iste onu diger öznelerle esit kiliyor gibi. bos bir kap burda akil etkisi altinda durmayan bos bir sey olarak ele almiyor. daha cok bu boslugun üstüne iste belirli anlamlar yükleniyor ve bu anlamlar dahilinde özne öznelesiyor. bu boslukta esit olma durumu üzerinden acaba bir esit olma kavrami kazanilabilinir mi? sanirim kazanilabilinir. ama iste yasam sürecleri boyunca o kap dolmaya basladikca o esitlik yitiriliyor, kadina - özellikle doguda - pek haysiyetli kavramlar yüklenmiyor, garip bir gelisim geciriyor, bu garip gelisimi savunmaya baslayan basi kapali kadinlar cikabiliyor karsimiza. iktidar Foucault'unda dedigi gibi ne kadar 'inciden dügümler atiyor'. o bos kabin dolmasiyla esitligini kaybeden kadin demekki verilen anlamlar kapsaminda öznelesiyor, yani kadin algisi boyutunda degisiyor. o anlamda algi degismedikce kavramlar degisse bile bir esitlik saglanamiycak diye düsünüyorum..

 

Dienstag, 26. April 2011

Eine Problemantinomie

'Die Differenz des Kantischen Antionomienbegriffs zum zeitgenössischen Begriff strikter Antinomien', Ernst Richter: "Ein wesentlicher Unterschied zwischen beiden liegt ja darin, daß sich, während Kant seine Antinomien gleichsam von außen begründet, strikte Antinomien wechselseitig selbst begründen. Als latent antinomisches Beispiel kann die exponierte Aufforderung “Sei spontan!”  herangezogen werden. Der Clou ist doch, daß man dieser Aufforderung (keiner äußeren Determination zu folgen, sondern dementgegen selbstbestimmt zu handeln) genau dann folgt, wenn man ihr nicht folgt und umgekehrt. Ein m.E. in mehrerlei Hinsicht lehrreicher Topos der von mir ansonsten nicht sonderlich geschätzten transzendentalpragmatisch-antinomientheoretisch orientierten Dialektiker. Eine Problemantinomie zudem, die mir in ihrer ganzen Subtilität bisher noch gar nicht  hinreichend ausgeschöpft zu sein scheint."

Sonntag, 24. April 2011

konusanin yalnizligi

dili kullanarak genel gecerliligi olan seyleri karsi tarafa aktarmak bir cok arastirmacinin da söyledigi gibi (mesela Vilém Flusser) insani yalnizligindan kurtaran, bir paylasim araci. oysa sanki dili kullanarak hissedilenin, düsünülenin icini bosaltiyoruz. sanki dil tamda söylemek istedigimiz seyin yanindan siyrilarak geciyor. hatta söyle söylenenebilir dildeki kullandigimiz genel isaretler özelimizde hissetigimiz olgular ile tam olarak örtüsmüyor. genel kavramini burda herkesin anladigi ya da anlayabilecegi mantik, görü olarak kullaniyorum. ama her dilin kendine özel mutfaklari, ocaklari, kendine has kuytu yerleri oldugunu düsünüyorum. dil herseyden bagimsiz bir olgu olarak gelismedigi icin o dili kullanan insanlarin kültüriyle sentezlesiyor - dogal olarak. bu tür bi dinamizimde dil belirli konulara hassaslik kazaniyor, mesela belirli bir alan icin daha cok kavram kullaniliyor, belirli alanlari anlatmasi daha güc, cünkü o dili kullanan insanlar bir alanda daha cok pratik yapmis oluyor. dili kullanirken iki türlü bir gayrete giriyoruz, ilkin kendimizi anlatabilmek, ikincisi karsi tarafin bizi anlamasi, bu iki gayret birbiriyle örtüsmüyor, ama basarili bir konusmanin tamda bu oldugunu düsünüyoruz genelde. 
benim burda kafami kurcalayan olay eger böyle bir kültürümüz (neoliberal) olmasaydi o zaman da dilin genel mantigi böyle olurmuydu, yani eger daha farkli gelismik olsaydik, mantigimiz farkli bir kültürden gecmis olsaydi nasil olurdu. icimden bir ses bunun böyle olcagini söylüyor, ama kestiremedigim sey bu dil acaba nasil olurdu, yine özne ve sifat ayri düsermiydi, yani descartes'in mantigiyla sekil almayan bir dil hangi özne-sifat mantigi ile kavrulurdu. sanirim sifat özneden bu kadar uzak olmaz, dünya özneden bu kadar gayri olmaz, birbirleri bu denli bir yabancilasma cekmezlerdi. kendimizi anlatmanin sorunu bu olabilir mi acaba, bizde bu mantikta yogrulduk ve düsünüyoruz ve tabi ki bunun descartes önceside var, yani bir düsünüre ya düsünürlere yüklenmeden uzun bir tarihide sorumlu kirabiliriz.
peki pek konusmayan insanlar dilde ki bu mantigin ayrimina, bölücülügüne girmeyerek daha rahat olan insanlar mi acaba.ya da cok konusmayan insanlari biz bu yüzden mi semptatik buluyoruz, bizide böyle bir ayrimciliga sürüklemedikleri icin mi. cünkü konusuldugu zaman o dalinda oturtugumuz koca agacin sallanmaya basladigini, dallarinin cok fazla ayrima ugradigini, yer degistirmemiz gerektigini farkediyoruz. özelligimiz ve onunla el ele giden yalnizligimizla hesaplasiyoruz, öyle ya da böyle oturdugumuz yerin rahatligini kaybediyoruz, ya daha asagi ya da daha yukari tirmanmamiz gerekiyor, cok ender ayni dala oturabiliyoruz konustugumuz kisiyle. bu da iste diliin özneyi süblimlestirici özelligi denilebilir. belkide daha iyi konusabilmek icin, yani daha iyi yasayabilmek icin kendimizi - bu da neoliberalizmin en büyük söylemi - degilde dili degistirmemiz lazim. bundan kastim dilin kendisini yani isaret ettigi kavramlari degil, onu kullanis bicimimizi. bu belki insanoglunun en büyük ütopyasi ama ütopyalar bilindigi gibi gercekligi tehdit eden subversiv düsünce mimarileridir, ve gercekliklerimiz onlarin varliklariyla gelisir.

Mittwoch, 13. April 2011

irklar bilimi: etnoloji

bütün iyi niyetimle sunu söyleyebilirim ki avrupalilarin sosyal zekasindan süphe duyuyorum. pek gelismedigini düsünmekteyim. ne kadar analitik bir zeka seviyesine sahip olsalarda bunu oturtabilcekleri bir sosyal zeka orantili olarak gelismemis. bu tür seyleri söylemekten her zaman geri cekinmisimdir, yani bu tür seyleri düsünmek istememisimdir, sonucta bu tür düsünceler hep sahibine zarar verir. bir de bu bati-dogu dualizmine her zaman karsi ciktim, her iki tarafin kendilerini begenmesine, ötekilestirmesine, bu tipik düsünce sekillerinin tuzagina düsmemeye calismisimdir.

bir kültürün hem bu kadar gelismis hemde bu kadar gerici olabilme strüktürü, mantigi, ihtimali var midir acaba. müzikte, resimde, matematikte ve bir cok seyde bu kadara gelismis bir kültür insan iliskilerinde niye bu kadar yabanci, niye bu kadar barbar acaba?

'etnoloji' diye bir bilim dalini ancak almanlar uydurabilirdi (almanlarin bu kimlik problemlerini bir baska yazimda ele almistim M. Frank'in bakisiyla beraber). 19. yüzyilin baslarinda uydurulan bu dalin önceki ismi 'halklar bilimi' (Völkerkunde), amac avrupa disinda yasayan ve yazi kültürüne sahip olmayan, onlarin deyimiyle 'medeniyete sahip olmayan' etnik halklari arastirmak. ama ilk hali 'irklar bilimi'-dir. mesela nasyonal sosyalizim de bir sürü Nazi misyonerlik amacli dünyanin dört bir yanina (yani sadece almanlari ve yahudileri degil) dalip, ölcmedikleri kafa tasi kalmamistir. ama sorun burda yatmiyor. daha cok nasil bir kültüre sahipsin ki irk bilimi adi altinda kalkip tanimadigin ve bir cok istenmedigin etnik gruplarin arasina girip, onlarin vücut ölcülerini alirsin, onlari tehlikeli yolculuklara ikna edip sefer de ölmelerine sebep olursun, kadinlariyla yatip cocuklarina sahip cikmazsin, yerlileri asagilayip onlari yemek yerken, dans ederken, sex yaparken izleyip, resmini cizip, kameraya cekip iyi bir halt isledigini sanirsin. ve bütün bunlari yaparken bilim adina diye gururlanip insan haysiyetiyle oynarsin. ayni asagilik davranisi 60 ile 70'li yillarda (bildigim kadar) almanya ve avusturya'ya göc eden 'yabanci' (türkler ve yugoslavlar) iscilere yaptilar.

dolayisiyla yahudi katliamini bir psikopata bagliyamayiz, hitler baskalarinin kuklasiydi diye düsünüyorum, hitler buna hazir olan bir almanya'nin, bir avusturya'nin (ve belki bir cok baska avrupa sehirlerinin) kuklasiydi, en önemlisi buna hazir olan bir kültürün maddelesmis, gerceklesmis, surat kazanmis, adlandirilmis bir kavramin, zamanla olgunlasan bir fikrin, bir olusumun sonucuydu Hitler.  Tabi ki sebepleri ayni zamanda ekonomik, ama sadece ekonomik degil. Baska bir kültürde imkani olamayacak bir sey gerceklesti yahudi katliaminda.
Gittigi bir yere cay istemeye, agir laf etmeye cekinen baska bir kültürde böyle bir katliam söz konusu olabilir miydi acaba, acikcasi sanmiyorum, nasil her sözün, her düsüncenin, her davranisin ve her seyin olma kosulu varsa, bu tür fenomenlerin de bir olabilme kosulu var.
ayrica olay herhangi birisinin yapabilecegi ya da yaptigi siddet degil, zaten siddetin en igrenc suratlarini nerdeyse her savas ta görebilirisiz. sonra kültür akil disi bir olgu degildir ki, ikisi de birbirini etkiler, dolayisiyla zeka tasimayan bir davranis bize ters gelir, nasil kültürden gecmeyen bir akil ham geliyorsa. zekanin pratikle bulusmadigi her an bir celiski, bir izdiraptir. analitik zeka sosyal zekaya orantili bir sekilde oturmak zorundadir. yoksa böyle feci sonuclar ortaya cikabilir.

Freitag, 1. April 2011

roman

oblomov bitti. trajik bir son. hicbir figür umut ettigi mutlulugu yakalayamadi.
hizmeticisi ile olan ilikisi icin utanmamaliydi(!), gerci marx'ta, hegel'de utanmisti, gelenek olsa gerek..

das Unrecht und der Zionismus

Zwei Auszüge aus Gedichten Erich Frieds:


Das Unrecht
ist immer noch Unrecht
Der Rassismus der Zionisten
ist immer noch Rassismus
Die Vertriebenen
sind immer noch vertrieben
Ihre zerstörten Dörfer
sind immer noch zerstört
Ihre gerechte Sache
ist immer noch gerecht
Und ihre Hoffnung
ist immer noch die Hoffnung


Weil faschistische Mörder
Juden vertrieben haben
Sollen jetzt faschistische Mörder
die Palästinenser
die unschuldig waren
am Tod der Juden Europas
so ermorden wie damals
die Juden ermordet wurden

Weil es Juden und Linke gibt
die das Wahnsinn nennen
und den Mördern nicht helfen wollen
bezeichnen die Zionisten
diese Linken als Nazis
und die antifaschistischen Juden
als „jüdische Antisemiten“
und „Verräter am eigenen Blut“