Donnerstag, 28. Januar 2010

quak - quak

 Dünya sahnesi her tiyatro oyunundan, her filmden daha gaddar. bunun tersini düsünmek benim cocuklugumun en büyük yanilgisi olmustur. Cocukken ne kadar cok yanilmisim, ne kadar kücükmüs büyükler, ne kadar oyuncakmis büyüklerin o anlasilmaz konusmalari, ne kadar anlamsizmis heveslendigim o gizemli dünya. elbette bunu simdi anlamadim, ama anladigimdan beri hep aklimdan gecer, bugünde, simdide, ve sanirim hep öyle olucak.

napmali? iktidar insanlarin özgürlüklerini geri isteyecek kadar bir baski uygulamiyor, yoksa insan özgürlügünü geri almak icin ayaga kalkardi ve elbette geri alirdi. aramizda sanki gizli iplerle bizi yönetiyorlar, ama yeterince göze carpmiyor, napmali, gidip bir kitapmi yazmali, bu bloga kac saat dökmeli, bir websitesimi yapmali, gazetemi cikartmali, ulu orta yerde vücutmu yakmali, aclik grevinemi girilmeli, napmali.
izledigim dünya ve yasamak istedigim dünya bogazimda sıkısıp kalmis bir kurba.

Samstag, 23. Januar 2010

schrödinger ve bilinc

bugüne kadar sadece quantum fizigiyle adi anilan Schrödinger bence bir Anaxogoras, yada bir Pythagoras kadar önemli birisi olarak algilanmali. Cünki bilinc üzerine yaptigi tez bütün bilincteorilerini gölgede birakiyor.
belki hatirlanmasi gerekilen bir sey: bilinc en eski medyum, insan ölürken bile kapatamiyor bu medyumu, buda zaten intiharin sacmaligina dair iyi bir argumandir, ve icinden hic disariya cikilamayan bir medyum bilinc, bu anlamda bir haphishane, ve bilinc hep ayni, ve hep ayni devamlilikta, ve bilinc hep var, ölümden sonrada varmi fizikte hala bi spekulasyon konusu. bazi fizikciler cok ilginc teoriler kuruyorlar bilinci enerji olarak ele aldiklarinda, ama gelelim Erwin Schrödinger'in bilinc hakkindaki sözlerine:
'bilincin dünyada bulunmamasinin sebebi icinde oldugun seyin bütününden bir parca bulamayasindir,  yani bütün dünya bilincinde yer aliyor ama bilimin yardimiyla dünyaya bilinci aciklayamazsin, cünki insan kendi icinde bir seyi tekrar bir parca halinde bulamaz' diyor. 
ya da intihar sanki bir filmde oyuncu olan bir figürün filmde icinde kendisini yok etmesi gibi diyor. filmin kendisi devam edicek ama onsuz. oysa o intihar eden figür filmin degismesini istemisti.
ilginc bir yaklasim. gerci heraklit'te buna benzer yorumlar yapmisti bilinc üzerine -verdigi örnekler ne kadar metaforik olsada.

Paul Klee, 1903

Zwei Männer, einander in höherer Stellung vermutend, begegnen sich.
Karsi tarafin daha yüksek bi pozisyonda bulundugunu sanarak karsilasan iki adam.


herrlich..

türkcesi:  Dünyanin bütün iyi insanlarina: Dünyada hala iyi insanlar oldugu icin tesekkürler!!! Beremi tekrar buldum!!!!!!!!

 

Freud'un Sofasi.

bir mahkeme salonundan daha estetik, ama islev olarak cok farkli olmasa gerek..

Freitag, 22. Januar 2010

Kendi devrinin oglu

basli basina bir kategoridir, özellikle felsefede. Bazen cok dahiyane bir düsünürü kendi zamaninin düsüncelerine indirgeyerek anlamaya, asagilamaya, önemsizlestirmeye vs. calisiriz. Mesela Aristotelesin fakirlere, kadinlara ve kölelere olan tutumunu - bilmeyenler icin: bunlar sürekli asagilanir Aristoteleste, bir nevi baska bir yaratilis sinifi gibi degerlendirir bu ücünü- tabi canim zamaninin düsünürüydü deriz ve onu oldugu gibi kabullenmeye calisiriz. Kant "asagi irklardan" bahserderken, mesela afrikalilarin iyi hizmetciler oldugundu sebeplendirmeye calisirken, yine döneminin oglu der geceriz, ve ayni seyi Hegel köle tutmaktan olumlu bahsederken, ve ayni seyi Nietzsche'yi kadinlara olan düsmanligindan, üst sinifa yeni etik anlayisini yükleyip alt (isci) sinifi asagilarken, ve bütün adalet anlayisinda, onlari sanki affetmeye calisiriz. Peki farkli bi zamanda gelip, mesela ortacagda bir sanatci, yada bi düsünür, yada ona benzer seylerle mesgul olan insanlarin düsüncelerini dünya 500 hatta 1000 sene sonra anlayinca bu kategoriyle degerlendirmemiz dogru olabilir mi, ve hangi mantikla?
Peki müslümanlarin Peygamberi Muhammed, vaktinde köleligin ortadan kaldirilmasindan bahsederken kendi döneminin oglumuydu? Ayni kategori bu örnege uygulanmiyor, cünki dönemine cok aykiri yaklasmis. Bu da bu kategorinin uygulanmasinin tutarsizligini gösterir. Bu tür konularla tarafsiz olmak lazim.
Ama aradaki fark basbaya ortada, cünki yukarda bahsedilen ogullar sadece kendi devirlerinin ogullari digil, onlar avrupada yasanan devirlerin ogullari, onlar bastan affedile.

Mittwoch, 20. Januar 2010

ein Gespenst geht um in Europa...

ein Gespenst das differenziert, erniedrigt und es spielt das alte Lied den der Osten allzu gut kennt. Unhaltbar ist es jeden einzigen Europäer dafür schuldig zu erklären. Laut schreit sie seit dem 15. Jahrhundert -also seit der Konquista- in die Welt dass auch sie eine Weltmacht ist. Für den unbeteiligen Beobachter aus der Ferne ist Europa eine großartige Zivilisation, der große Bruder der alles besser weil früher weiß, der vorgibt was menschlich oder unmenschlich ist, der Ort der Gerechtigkeit also. Der unbeteiligte Beobachter wird weiterhin unbeteiligt gehalten, denn er ist der Sohn einer anderen, nämlich einer fremden Mutter.

starynight


Dienstag, 19. Januar 2010

özgürlük - Foucault


gelecek hafta Foucault üzerine bir sunumum var, sunumun diger yarisini yapicak olan arkadasa bu konuda pek güvenmiyorum, konulari yanlis bulvarlara sürükleyebilir. asil takildigim mesele, nasil Foucault iktidar analizinde subjenin özgür oldugunu söyleyip, ayni  zamanda herseyin kontrol altinda tutuldugunu iddia edip, bunun yanisira kazanilan istatistikler yüzünden öznenin artik transparan özne oldugundan bahsetmesi, dolayisiyla özne ile iktidar karsi karsiya kaldiginda zaten karsi tarafa transparan gözüken öznenin adimlari coktan hesaplanmistir - ya iki sag ya üc sol. bahsettigi özgürlük nasil bir özgürlük bunu kavrayamiyorum, cünki yukardaki hesaplanilmis bir özgürlüktür, yani daha cok determinasyon. ama totaliter bi sistemde böyle bi özgürlük bile fazla sayilir. bakalim bu özgürlügü ücüncü projesindeki özne analizinde kurtarabilcekmi...

Montag, 18. Januar 2010

die Abgesondertheit und die große Idee

Dostojewskij, Die Brüder Karamasov, S. 488

"Darüber", fährt er fort, "daß jeder Mensch für alle und alles schuldig ist, über seine eigenen Sünden hinaus, darüber haben Sie völlig richtig geurteilt, und es ist erstaunlich, wie Sie plötzlich diesen Gedanken in seiner ganzen Fülle umfaßt haben. Und es ist wahrhaftig wahr, daß für die Menschen, sobald sie diesen Gedanken begriffen haben, das Himmelreich anbrechen wird. Und zwar nicht nur als Traum, sondern in Wirklichkeit." - "Aber wann", rief ich betrübt, "wann wird das sein? Wird es überhapt je anbrechen? Ist das nicht vielleicht ein leeres Traum?" - "Sehen Sie, ihnen fehlt der Glaube",

wenn's beliebt

Dostojewskij, Die Brüder Karamasov, S. 320

"Nikolaj Iljitsch Snegirjow, wenn's beliebt, ehemals Stabskapitän der russichen Infanterie, wenn's beliebt, durch seine Laster zwar mit Schmach und Schande bedeckt, aber dennoch Stabskapitän. Eigentlich müßte man sagen Kapitän Wennsbeliebt, nicht Snegirjow, denn erst ab der zweiten Lebenshälfte komme ich ohne 'wenn's beliebt' nicht aus. Das 'Wenn's beliebt' lernt man in der Erniedrigung."
"Das ist ganz richtig." Aljoscha lächelte. "Aber lernt man es unwillkürlich oder absichtlich?"
"Weiß Gott, unwillkürlich. Ich habe nie so gesprochen, mein Leben lang habe ich kein 'Wenn's beliebt' gekannt, aber plötzlich bin ich gestürzt, und als ich aufstand, war das 'Wenn's beliebt' da. Höhere Gewalt. Ich sehe, Sie interessieren sich für zeitgenössische Probleme. Aber welchem Umstand verdanke ich diese Neugier? Denn meine Umstände schließen Gastfreundschaft aus."

über die Eifersucht, Othello und hochgesinnte Herzen..


Dostojewskij, Die Brüder Karamasov, S. 611-613

Er gehörte eben zu jenen eifersüchtigen Männern, die sich sogleich, von der geliebten Frau getrennt, Gott weiß welche Greuel ausdenken, was sie anstellen und wie sie ihn dort irgendwo "betrügen" mochte, dann aber, kaum in ihrer Nähe, wenn auch erschüttert, niedergeschmettert und endgültig von ihrer Untreue überzeugt, beim ersten Blick in ihr Gesicht, in das lachende, fröhliche, zutrauliche Gesicht dieser Frau - sich augenblicklich wie neugeboren fühlen, augenblicklich jeglichen Verdacht von sich weisen und glücklich und beschämt sich selbst wegen ihrer Eifersucht schelten. Nachdem er sich von Gruschenka verabschiedet hatte, eilte er nach Hause. Oh, er hatte heute noch so viel vor! Aber es war ihm jedenfalls leichter ums Herz. "Ich muss mich so schnell wie möglich bei Smerdjakow erkundigen, ob nicht gestern abend etwas Besonderes vergefallen ist, ob es ihr nicht eingefallen ist, Fjodor Pawlowitsch zu besuchen, o Gott!" - fuhr es ihm durch den Kopf. So geschah es, daß die Eifersucht, noch bevor er seine Wohnung erreicht hatte, sich von neuem in seinem rastlosen Herzen regte.